Hayatın içinde ki yaşamlar gibi futbol takımları da bazıları zengin yaşamları, bazıları orta yaşamları, bazıları da hayatta var olabilmeyi amaçlamaktadır. Belki de bu yüzdendir en çok bizi bir takıma yönelik fanatizm tutkusunu tattıran. Bireyler kendileriyle tuttukları futbol takımını özdeşleştirirler ve böylece bazılarımız olmak istediğimiz konumda başarılı olan kulüpleri pekiştirip bir taraf oluruz. Bazılarımız hayatın verdiği ağır mağlubiyeti kabul edip kendi yaşamımız gibi bir türlü başarılı olamamış kulüp taraftarı oluruz. Bunun izahı ancak tuttuğu takımla kendi yaşantısını paralel çizgide yaşayan fanatik taraftarlarca açıklanabilir.
Futbolun dünyada insan hayatının olduğu her alana nüfus ettiği gerçeği bu oyunun ne kadar büyük bir potansiyel gücünün olduğunu göstermektedir. Kapitalist sistemde bu gücün kullanılması demek sömürülecek bireyler demektir. Günümüz endüstriyel kapitalizmin bireyleri tüketen birer robotik varlıklar haline getirdiği bu sistemin futbolun salt bir oyundan çıkmasına ve artık dünyaya hükmeden bir güç haline gelmesine de neden olmuştur. Öyle ki artık sadece bir oyun izlemiyoruz. İzlediğimiz futbol müsabakası içinde veya dışında çok daha fazlasına maruz kalıyoruz bunlar reklam panolarından saha kenarındaki bilboardlara, basın toplantılarında masada duracak su şişesinin hangi konumda olacağına ve tabi ki tuttuğumuz takıma destek olmak için kulübün her türlü ürünün alıp kulübe fayda sağlamak gibi çeşitli bileşenlerden oluşan rızamızın dışında bize dayatılan, bu sistemin ortak faydası tüketimden geçmektedir.
Sadece bir oyuncunun bile dünya üzerinde var olan binlerce takımdan daha değerli konuma gelmesi futbol endüstrisinin kontrol mekanizmasının gözler önüne sermektedir. Futbol maçına artık sadece futbol izlemek için gitmiyoruz izlerken tüketmek için aslında bizi büyüleyen bu oyunun katedraline gidiyoruz. Yani devasa stadyumların yanından geçerken bile kendimizi içinde hayal ettiğimiz bu katedrallere gidiyoruz. Maça gitmekle aslında birçok eylem gerçekleştiriyoruz. Maçtan önce kulübün katedralinin önünde fotoğraflar çekip kendimiz ve çevremizdekiler için bir konum gösteriyoruz. Katedralin için de kapitalist sistemin oluşturduğu sistematikleştirdikleri, restoranlarda yemekler yiyoruz. Kulübün mağazasından ihtiyacımız olmasa dahi ürün alışverişinde bulunuyoruz. Yine bu katedraldeki müzeleri ziyaret edip çevremizdeki insanlarında bu eyleme arzu etmesine neden oluyoruz.
Kulübün sponsor olduğu markaları hashtagler’lerde kullanıyoruz ve günümüz endüstriyel yapının en büyük oyunu olan iddia oyunlarıyla aslında saf temiz duygularla desteklenecek olan takımımızın duygusal revizyona uğraması sonucu taraftar olgusunun dışına çıkıyoruz. Taraftar olmaktan çok tuttuğumuz kulübün birer müşterisi konumunu alıyoruz. Yapılan transferler artık kulübün menfaatinin yanında müşterisinin arz talep ilişkisi üzerinde konumlandırılıyor. Taraftar yani müşteri “a” oyuncusunu istiyorsa bu istek günümüzde biz bu oyuncuyu alıyoruz, sizde bu oyuncunun formasını alacaksınız, kombine kart sahibi olacaksınız, maçlara geleceksiniz ilişkisinde paralel doğrudadır. Futbol ekonomisinin devasa boyutlara ulaştığı bu yapı dışarıdan bir gözle bakıldığı zaman anlamlandıracak gibi bir noktada durmuyor. Fanatizm duygusunun taraftarlara hükmettiği ve bu duygunun endüstriyel kapitalist sistemin bireyleri istenilen yöne doğru çektiği gerçeği taraftardan çok potansiyel müşteri olarak gördüğü bir gerçeği betimlemektedir. Artık kulüpler salt futbol kulübünden çok birer marka konumundalar markalarda her geçen gün hisselerini yükseltmekte ve marka imajlarını daha iyi konuma getirmek için rekabet etmektedirler. Böylece futbol saha içiyle kısıtlamayıp hayatın içine de nüfus etmiş noktadadır. Kısaca futbolun günümüz tanımında, bir bir makine şekline büründüğü ve bu makinenin çalışması için ise bizim jeton şekline girip makinenin içine alınmamız gerekiyor.
Yorumlar
Yorum Gönder